Tanrı ve dinler üzerine
Bence ilginç olan şu soruyu sorarak başlamak istiyorum. Tüm tarih boyunca Tanrı insanlarla hiç irtibata geçmeseydi ve Tanrı ile irtibata geçtiğini iddia eden hiç insan olmasaydı acaba insanlık olarak bir Tanrı düşüncemiz oluşur muydu, oluşursa bu düşünce nasıl bir düşünce olurdu? Bence bir Tanrı düşüncesi oluşurdu ve bu düşünce gayet saf ve güzel bir düşünce olurdu.
Bir din veya dinler eleştirisi yapmak değil niyetim. Yine de yukarıda bıraktığım yerden devam etmeden önce Tanrı’yla irtibat kurularak (veya kurulduğu iddia edilerek) oluşan dinlere dair subjektif görüşlerimi ifade etmem yararlı olacaktır zannediyorum. Çünkü Tanrı ile bir şekilde irtibata geçtiğini iddia eden hiç kimse olmasaydı bugünkü anladığımız manada dinler ortaya çıkmış olmayacaktı.
Dinlere bakışım Reza Aslan’ınkisine benzer: bence bütün dinler “insan ürünü.” Dinler insan ürünü, çünkü öncelikle dinleri getiren peygamberler ve elçilerin ilk söylediği gibi kalmıyor dinler; zaman içinde insanlar tarafından evriliyor. Hem de ne evrilme; ne tartışmalar, ne kavgalar, ne oyunlar sonucu galip bir söylem oluşuyor ve kenarda kalan marjinal görüşler de yaşayabiliyor. Ama sonuç olarak galip söylem de, mağlup söylemler de insan ürünü. Bir de peygamber veya elçilerin Tanrı’yla irtibatları sırasında insan olmalarından dolayı mesajın ne kadar insanileştiği meselesi var, oraları çok bilemiyorum ve dolayısıyla girmiyorum oralara.
Ama dinlerin insan ürünü olması dinlerin içinde Tanrısal bir şeyler olmadığı manasına veya dinlerin değersiz/yalan olduğu manasına gelmiyor. Dinler bence değerli çünkü yine Reza Aslan’ın ifadesiyle: “Din sembol ve metaforlardan oluşan, inananların kendileri ve birbiriyle iletişim kurmasını ve anlatılamaz inanç deneyimlerini yaşamasını sağlayan bir dilden başka bir şey değildir.” Dinler bir dil olarak değerli ve içlerinde Tanrısal şeyler barındırdığı için (en azından anlatılarına geniş ve metaforik bakarsak) yalan değil.
Ben şahsen dinler arasında çok fark görmüyorum, bu bakımdan kendimi bir parennialist olarak adlandırabilirim. Reza Aslan’dan (bir YouTube konuşmasında dinlediğim) son alıntımı da yapayım yeri gelmişken. Konfüçyüs demiş ki: su çıkarmak için 6 tane 1 metrelik kuyu açmazsınız, 1 tane 6 metrelik kuyu açarsınız. Bu örnek üzerinden devam edersek İslam üzerinde kalmayı üzerinde emek sarf ettiğim ve “dili (az/çok) öğrenmiş” olduğum için değerli ve doğru buluyorum; yoksa İslam kuyusunun ulaştığı suyun diğer dinlerin kuyusunun ulaştığı sudan farklı olduğunu düşünmüyorum.
İrtibat olmasaydı Tanrı kavramı nasıl olurdu sorusuna geçmeden önce son olarak dinlerin önemine dair Richard Holloway’den bir alıntı yapayım: “Kuşkucu kimseler peygamberlerin duyduğu veya gördüğü şeyler gerçek mi sorguluyorlar. Pekala, ama asıl önemli nokta farklı. Tartışılamaz olan şey bu duyum ve gözlemlerin onlar hakkında anlatılan hikayelerde bulunuyor olması, ve bu hikayelerin milyarlarca insan için bir mana ifade etmesi.”
Hasılı dinler önemli, hasılı dinler güzel kullanılabilirse güzel ve faydalı. Ama dinler sadece Tanrı’ya ulaşmak için bir araç ve dinleri Tanrı yerine koymak tehlikeli ve yanlış bir tutum bence. Sertçe ifade edecek olursak: Allah’a tapıyorum derken Allah ismini verdiğimiz bir puta tapıyor olmayalım?
Bu sert soruya dair düşünmeyi ve yorum yapmayı okuyucuya bırakarak ilk soruma geri döneyim. Dinler, peygamberler, elçiler, elçi olduğunu iddia edenler, “Tanrı’nın eline, etkisine” şahit olan veya olduğunu iddiasına olan insanlar vs, yani Tanrı ile hiçbir irtibat ve dahi irtibat iddiası olmasaydı; Tanrı kavramı oluşur muydu? Nasıl oluşurdu? Ne çıkardı ortaya?
Bu zor bir soru ve ben az bilgili birisiyim. Dolayısıyla cevabım çok subjektif ve cahilane olacak. Bir de cevabım insanlık tarihi bakımdan değil, çağımız açısından olacak. Çünkü tarih boyunca insan ve kainat hakkında insanlık olarak bildiğimiz şeyler bugün bildiklerimize göre çok kısıtlı ve çok zaman yanlıştı (aynen gelecekle çağımızı karşılaştırdığımız zaman olacağı gibi.) Tarih hakkında yorumda bulunabilmek için o zamanki insanların düşüncelerini bilebilmek lazım. Ben bilmiyorum, o yüzden oraya dair yorum yapmıyorum. Ben bugün bildiklerimi biliyorum.
Şunu demek istiyorum. Bugüne gelelim. Bütün dinlerin ve dolayısıyla Tanrı ile irtibat iddialarının söylediklerini bir kenara bırakalım, kulağımızı tıkayalım, unutalım onları. Onların dışında ne biliyoruz, ne hissediyoruz bir düşünelim. Sonra şu soruyu soralım. Tanrı nedir, nasıl bir şey olabilir?
Benim subjektif cevabım şu. Tanrı içimizdeki bilincin, benliğin mükemmel halidir. Tanrı içimizde eksikliğini hissettiğimiz şeydir. Tanrı bir cezalandırıcı baba figürü değil bir arkadaştır. Tanrı kişisel ve değişkendir. İnsan bilinci (veya ruhu, nasıl adlandırırsanız) Tanrısaldır. Zaten ancak Tanrısalı anlayabiliriz ve hissedebiliriz biz; geri kalanı ancak spekülatiftir. Bu bakımdan Tanrının Tanrısal olmayan tarafı gaybdır (bilinemezdir), tanımlanamazdır (çünkü ihata edilemezdir,) anlayamadığımız sonsuz gibi bir sonsuzdur. Tanrı aradığımız, hissettiğimiz ama ulaşamadığımız şeydir. Tanrı güzeldir.
-İsa Hafalır