Kaynayan Çorbam
Twitter’daki sabitlenmiş tweet’imde şu yazıyor: “Parennializm, tarihselcilik, kurumsal olmayan sufizm, 19, panenteizm, panpsişizm, felsefe, ve anateizm ile bir çorba kaynatıyorum. Çorba pişer mi; pişinceye kadar içine daha ne girer, içinden ne çıkar; pisince tadı nasıl olur bilemiyorum ama şimdilik tadı fena değil…” Altına bir arkadaşın sorusu üzerine de şunu eklemiştim: “Perennializm tüm dinler insan ürünü ama Tanrısal diyor, 19 Kuran’ın orijinalliğine işaret, tarihselcilik Kuran’ın her tarafına değil ana manasına baktırıyor, panenteizm/panpsişizim bilincimize Tanrısal diyor, Sufizm gönül ile Tanrı’ya yaklaştırıyor, felsefe aklı doyuruyor. Anateizm de bütün bunların hepsiyle birden barışık olmayı sağlıyor.” Bu yazımda yukarıda yazdıklarımı biraz açmak istiyorum. Birer birer üstlerinden geçelim beraberce önemli gördüğüm bu kavramların.
Öncelikle neden parennializm? Parenial felsefe (veya parenial hikmet) dünyadaki bütün dinlerin ve dini geleneklerin aynı metafizik gerçek veya kaynaktan geldiğini, bu evrensel hakikat ilkelerinin tüm kültürlerde ortak olduğunu iddia ediyor. Bu görüşte olunca başkalarını kolayca cehenneme göndermiyorsunuz. Hangisi doğru, ve neden sadece benimkisi doğru demiyorsunuz. Bütün dinlerin ve dini geleneklerin aynı doğrunun değişik şekilde evrimleşmiş hali olduğunu (dolayısıyla içinde Tanrısallık barındırsa da son tahlilde insan ürünü olduğunu,) bunları birer kuyuya benzetirsek farklı kuyular olsa da aynı suya ulaştıklarını, dolayısıyla aralarında çok da bir fark olmadığını düşünüyorsunuz. Farklar sadece zamandan, kültürden, zamanın ruhundan, coğrafyadan, sosyolojiden kaynaklı ve asıl önemli olan evrensel ilkelere nazaran çok bir değeri yok. Bu düşünce insana hem büyük bir rahatlık veriyor, hem rahatlık vermenin ötesinde üzerinde düşününce çok mantıklı geliyor.
Sonrasında neden 19? 19 Kuran’daki orjinalliğe ve belki de kutsallığa/ilahiliğine büyük bir işaret. 23 yılda parça parça sözlü olarak ortaya çıkmış ve Müslümanların kutsal olduğuna inandığı bu kitabın, daha doğrusu mushafın içinde bu kadar önemli yerlerde ve çok miktarda 19 rakamı ile alakalı şeylerin geçmesi sadece rastlantısal olarak görülemeyecek kadar ilginç ve güzel. Buradan Resad Halife’ci veya Edip’çi olduğum zannedilmesin, çünkü kensinlikle değilim. Sadece ısrarlı savunucularının “19 Mucizesi” dediği şey benim imanımı arttıran bir güzellik. Benim düşünceme göre iman 0 veya 1 değil, 0 ve 1 arasında her değeri alabiliyor. Zaten imanın içinde kuşku barındırdığı zaman belki de daha değerli olduğunu düşünüyorum. İmanım tam değil, İslam’ın (burda İslam derken tam olarak ne dediğimiz de önemli) doğru olduğuna inancım doğru olmadığına inancımdan fazla. Ama imanım tam değil; yani şu an hayata gözlerimi yumsam ne tekrar açıp bir ahirete uyanacağıma emin olurum, ne de uyanmayacağıma emin olurum. Sadece uyanma ihtimalimi daha yüksek görüyorum ve uyanmayı dünyadaki her şeyden daha çok istiyorum. İslam’a imanımı arttıran tek şey 19 değil tabii ki. İslam peygamberi Hz. Muhammed’in iyi bir insan olduğunu düşünüyorum, çok iyi bir insan olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle ama kesinlikle Tanrı’dan mesaj aldığı yalanını söyleyecek bir yalancı olabilecek kötü bir insan olduğunu düşünmüyorum. Hz. Muhammed’e olan sevgim ve saygım da benim imanımı arttıran ana unsurlardan.
Peki neden tarihselcilik? Sünnete sadece sahih kitaplarının sahih hadislerinden bile baksam aklımın vicdanımın kabul etmediği taraflar oluyor. Tabii ki bunlar çok ama çok az, geneline bakarsak hadisler ve siyer çok güzel bir yol gösterici ve çok faydalı, ama tam tamına kabul edip takip etmeyi aklıma vicdanıma bu istisna örneklerden dolayı kabul ettiremiyorum. Sonuçta hadislerin çok uzun süre içinde toplanmasını, sünni ve şii hadislerinin birbirinden farklılığını, işin içine insan girince neler olabileceğini (özellikle sahabe-tabiini süper insanlar görmezseniz, ki ben kesinlikle görmüyorum) göz önüne alırsanız hadislerin hepsini dinin kendisi kabul etmeyerek biraz rahatlıyorsunuz. Peki Kuran’inin günümüz vicdanı-aklına uyması zor kısımlarını (ki bu kısımlar da Kuran’ın çok az bir kısmını oluşturuyor, Kuran’ın da geneli güzelliklerle dolu) ne yapacağım? Kadın hakları, kölelik, sert ifadeler vs. Bu konuda ya hepsini teker teker tevil edeceksiniz veya kaba tabirle sözü eğip bükeceksiniz, ya da Kuran’ın tamamen evrensel olmadığını ve tarihsel tarafları olduğunu da kabul edeceksiniz. Ben ikincisini tercih ediyorum. Bu şekilde Kuran’ın her tarafına değil ana manasına bakabiliyorum, dinin detaylarıyla kendimi beyhude yormuyorum.
Peki neden kurumsal olmayan Sufizm (veya tasavvuf)? Çünkü tasavvuf güzel bir şey. Benim gözümde din dediğin gönle hitap etmeli öncelikle. Tasavvuf gönle bakıyor, gönülle Tanrı’ya yaklaşmaya çalışıyor. Tasavvufla dinin hükümlerine, kurallarına, yani kısacası şekle dair olan tüm taraflarına sadece öze yönelik bir hazırlık olarak bakabiliyor; aslolana yani iyiliğe, güzelliğe, sevgiye konsantre olabiliyorsunuz. Peki neden tasavvufun kurumsal olmayan hali? Çünkü tasavvufun kurumsal halleri, yani bir şeyhe, bir tarikate dinin kendisi gibi bakan yorumu bence güzellikten çok çirkinlik doğuruyor; kula kulluğu doğuruyor, birey olmayı engelliyor, aklı kenara attırıp hisler deryasında salındırarak belki istismarı bile doğurabiliyor.
Peki neden panpsişizm? Çünkü bence bilinç, materyalist fizik kurallarıyla işlediğine şahit olduğumuz evrende elimizdeki metafizik olan en önemli şey. Çünkü bilinç insanlığın külli aklı diyebileceğimiz ve dolayısıyla çok değerli olan bilimin ulaşamadığı nadir kalelerden. Çünkü bilinç bize en yakın olan, belki de var olduğuna emin olabileceğimiz tek şey. Panpsişizm bilinç üzerine mantıklı gelen bir teori sunuyor, materyalin yanına materyal ötesi bilinci koyuyor ve hakikatin burada olduğu hipotezini üretiyor. Olmadığını varsayanların bile varmış gibi yaşadığı özgür iradeye bir ihtimal bırakıyor. Işıtan bilimin az da olsa ısıtmasına ihtimal veriyor.
Peki neden panenteizm, veya panteizm veya vahdeti vücud? Çünkü bilincimizin tanrısal olduğuna inanıyorum. Eğer öyleyse bütün bilinç sahipleri olarak (bilinç ister sadece insanlarda var deyin, ister sadece hayvanlarda, ister sadece canlılarda, ister canlı-cansız her şeyde) bir tanrısallığı paylaşıyoruz. Tanrı tek olduğuna göre bütün bilinç sahipleri olarak o tek Tanrıdan bir öz taşıyoruz. Tanrı bu kadar mıdır, bundan fazlası mıdır çok da önemli değil bunu kabul ettikten sonra. Hem bu görüşle evrene bir yabancı, bir düşman, bir muamma, bir cehennem olarak değil de; bir tanıdık, bir dost, bir cennet, bir “bir” olarak bakıyorsunuz; ben de birim, her şey de bir. Bu güzel bir his.
Peki neden felsefe? Çünkü felsefe “hikmet sevgisi” (love of wisdom) demek. Böyle bir şey nasıl sevilmez, nasıl değerli olmaz? Çünkü felsefe teolojiye girmeden bilimin yapamadığını yapmaya çalışıyor, ısıtıyor, anlam veriyor. Çünkü felsefe aklı doyuruyor, metafizikle ilgileniyor, sorguluyor, sorgularken tüm tabuları yıkarak dibine kadar iniyor. Çünkü felsefe soruların en önemlisini soruyor: varlık neden var, veya neden yokluk yerine varlık var. Çünkü felsefe asıl önemli soruları önemseyen, bu konuda çok kabiliyetli olan kafalarını patlatmış değerli filozofların neler söylediğini anlatıyor bize. Çünkü felsefe hiç bitmiyor, aynı soruları tekrar tekrar soruyor, bir cevaba ulaşmıyor, çok değişik cevaplara ulaşıyor ve bunun böyle olmasıyla barışık. Çünkü felsefe sorgulanmayan hayat değersizdir diyor ve çok haklı.
Peki neden anateizm? Çünkü anateizm Tanrı’dan sonra tekrar Tanrı’ya dönüyor. Bir bakıma hazır paket Tanrı tanımlarından tatminsizlikle önce o tip Tanrı’lardan uzaklaşıyor, sonra bilmediği, tanımadığı, belki de bilemeyeceği bir Tanrı’ya kucak açıyor. Hz. Meryem’in Cebrail’le ve Hz. İbrahim ve eşinin kapılarında beliren meleklerle karşılaştıklarında, o endişe ve bilememezlik duygusuyla karşılarındakilerin iyi veya kötü niyetini bilemedikleri anda hasımlık yerine misafirperverliği tercih ettikleri zamanı ölümsüzleştiriyor. Bilinemeyene iyi niyet besletiyor. Ne olduğuna emin oluyor, ne olmadığına emin oluyor, ne olup olmaması umurumda değil veya bilinemez diyor; sadece olma ihtimaline pozitif yaklaşıyor. Orada duruyor, daha fazla adım atmasının gerekli olmadığını düşünüyor. Bu onun Tanrı ile ilişkisini belirliyor. Anateizm illa şu demiyor; teizm de olabilir, ateizm de, hepsini içine alabiliyor. Anateizm eklektik bir anlayışa çok uygun, şu fikrin şu güzelliğini, diğer fikrin başka bir güzelliğini alabiliyor. Anateizm hayret, haşmet, şaşkınlık, dehşet, korku, yoğun merak, hayranlık, huşu, hepsini aynı anda içinde bulundurabiliyor. Ne bulunduğu yerden geri kaçıyor, ne bulunduğu yerden ileri adım atmaya gerek duyuyor.
Bütün bu önemli kavramlar bana bir çorba kaynattırıyor. Bu çorbanın ateşi tabular, din, söylemler, adetler, kültür değil, daha içten bir şey. Bu ateş yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya. Bu ateş yaşamı, bilinci, quarklardan galaksilere evreni kişisel olarak ve hayretle izlerken Einstein’ın “kozmik dini hisler”ine ulaştırıyor. Bu durumu bir veya birkaç terimle ifade etmek mümkün değil, bu duruma verebildiğim tek isim “benim çorbam.” Bu çorba başkasına nasıl gelir, başkası bu duruma ne der bilemem. Zaten bunlar beni çok da ilgilendirmiyor. Ben kendi halimde kendi çorbamı kaynatıyorum.
-İsa Hafalır