Anateizm Üzerine
Yakın zamanda Richard Kearney’in “Anatheism: Returning to God after God” (“Anateizm: Tanrı’dan sonra Tanrı’ya dönüş”) kitabını okudum. Richard Kearney aslen İrlanda’lı, Boston College’de hocalık yapan; alıntısal hayal gücü, hermenüetik ve fenomenolojinin felsefesi üzerine çalışan bir felsefe profesörü.
Anateizm’in ne olduğunu Kearney kitabın başlığında açıklamış: Tanrı’dan sonra Tanrı’ya dönüş. Ama aşağıda detaylarıyla göreceğiniz üzerine bu “inançsız olduktan sonra tekrar inanmaya başlama” diye anlayabileceğimiz basit bir olgu değil. Bu yazımda Kearney’nin kitabından anladıklarımı nadiren kendi kelimelerimle, ve çoğunlukla Kearney’nin kitabının ve diğer yazılarının çevirisiyle paylaşacağım. Yorum hiç yapmayacağım. Dolayısıyla yazının geri kalanında yazanın ben değil Kearney olduğunu varsaymalısınız. Çok uzun bir yazı oldu. Sabrınızı rica ediyorum.
Giriş
Nedir anateizm? Bir değil çok sayıda tanım ve özellikten bahsedeceğiz. Öncelikle şöyle bir özetle başlayalım. “Anateizm, seküler lehine kutsalı reddederek dünyayı Tanrı’dan kurtarmak isteyen bir ateizm değildir. Ne de kutsalın lehine seküler olanı reddederek Tanrı’yı dünyadan kurtarmaya çalışan bir teizmdir. Son olarak, aşkın ve içkin arasındaki herhangi bir ayrımı yadsıyarak dünyevi ve kutsal olanı tek bir çatı altında toplayan, eski-yeni çağ panteizmi de değildir. Anateizm kutsalın seküler olduğunu söylemez; seküler aracılığıyla, sekülere doğru, sekülerde olduğunu söyler. Hatta kutsal olanın seküler olandan ayrılamaz olmakla beraber ondan ayrı kaldığını söyler. Anateizm, kutsal ve seküler arasındaki karşılıklı canlanmadan bahseder, kaynaşma veya karışıklıktan bahsetmez. Ayrılmaz şekilde birbirine bağlıdırlar ama asla aynı şey değildirler.”
Bu tanımda kullanılan kutsal kavramını şu şekilde tanımlamak mümkün: kutsal bizi şaşırtan bir şeydir; önceden inşa etmediğimiz veya tasavvur etmediğimiz, bizi adeta kör eden bir şey. Başka bir deyişle, kutsal, en temelde, ‘‘daha fazla’’ bir şeyin, radikal bir şekilde öteki, tekinsiz, aşkın bir şey olduğuna dair derin bir duyguyu içerir. Kutsalı yeniden tasavvur etmek ancak bu şekilde inancı canlandırabilir—onu yeniden yaşatabilir. Dini hayal gücü, anı tekrar hayatımıza geri getirmemize izin verebilir.
Anateizm kavramıyla önermeye çalışılan şey, kutsalın aynı zamanda seküler olanın içinde ve aracılığıyla deneyimlenebileceğidir: kutsal-seküler. Kutsal ve seküler arasındaki kısa çizgi kesinlikle çok önemlidir. Dolayısıyla bu açıdan anateizm, seküler olanı kutsallaştırma ve kutsalı sekülerleştirme girişimidir. Seküler olandan sonra ve seküler aracılığıyla kutsalı yeniden tasavvur etmek…
---
Anateizm, teizm ile ateizm arasındaki seçimden önce geldiği kadar, ardından da gelen bir inanç özgürlüğüdür. İnanç seçimi asla bir kez ve herkes için yapılmaz. Tanrı adına konuştuğumuz veya Tanrı’ya bizi neden terk ettiğini sorduğumuzda, tekrar tekrar tekrarlanması gerekiyor. Anateizm’e göre, insanlar, Rilke'nin heykeli gibi, “Hayatını değiştir!” diye fısıldayan yabancıyla ne zaman karşılaşsa, bir karar dramı gerçekleştirir. Ve her an, bu yabancının (yani Tanrı’nın) girebileceği bir kapıdır.
Anateizm, tanrısal olana karşı mutlak hayırcı olan dogmatik ateizmden farklı olduğu gibi, mutlak evetçi olan dogmatik teizmden de farklıdır. Anateizm bir harekettir, bir durum değil; mutlak hakkında (olumsuz ya da olumlu) her türlü mutlak konuşmayı reddeder. Anateizm mutlak olanın hiçbir zaman tek bir kişi veya din tarafından mutlak olarak anlaşılamayacağını kabul eder.
Anateizm, bir son değil, bir yoldur. Bu, dogmatik teizmin ve militan ateizmin aşırı uçlarından önce gelen ve onları aşan üçüncü bir yoldur. Bu yeni bir din değil, dünyanın ortasında önümüzde duran yabancıdaki ilahi olana dikkat eden bir görüştür. Et ve kandaki kutsalın varlığına uyum sağlayan yeni bir akustik için bir çağrıdır. Bir amor mundi; sonludaki sonsuzluğun, içkinlikteki aşkınlığın, ve eskatolojinin somutlaşması olarak yaşam-dünyasının aşkıdır. Anateizmin işaret ettiği inanç her zaman var olmuştur: bir kişinin tanıdık bir Tanrı hakkındaki kesinliğini askıya aldığı ve yabancıya kapıyı açtığı her yerde oradaydı. Anateizm yeni bir Tanrı, yeni bir inanç, yeni bir din önermez. Sadece bizi her zaman orada olanı görmeye davet eder.
---
Tanrı’nın yeniden doğması için Tanrı’nın ölmesi gerekir. Anateizm için önce Tanrı’yı terketmek gerekiyor. Hangi Tanrı’yı? Nietzsche, Freud ve Marx’ın ölü ilan ettiği Tanrı’yı, “Omni-Tanrı”yı. Bu veda ile birlikte anateizm hala gelecek olan bir Tanrı seçeneği açar; ya da “yeniden geri gelecek” olan Tanrı. Ana-teist Tanrı, ilahi olanın olağan olanda sürekli yeniden doğuşu ile negatif kapasiteyi (yani “belirsizlikleri, gizemleri, şüpheleri, doğrulara ve sebeplere ulaşmaya çalışmadan kabul etmek;” negative capability; to accept uncertainties, mysteries, doubts, without any irritable reaching after fact and reason) birleştiren, sürekli olarak ayrılan ve gelen bir Tanrı’dır. Bu çifte ayrılma ve geri dönüş duygusu bu kutsalın kalbindedir. Anateizm kendisini ya “spiritüel” (“daha fazla bir şeye” genel bir nezaketli açıklık olarak) ya da “dini” (inanç bağlılıklarını ve bağlılıklarını içeren) olarak ifade edebilir.
Anateist bir teist veya anateist bir ateist olabilir (anateist bir natüralist veya pozitivist ise çok mümkün değildir). Ancak hangi biçimde olursa olsun, anateizm, sıçramak ya da sıçramamak, inanmak ya da inanmamak için varoluşsal bir bahistir. Korku ve titreme içinde. Belirsizlik ve gizem içinde. Anateizm, inanma ya da inanmama konusundaki özgür kararı hoş görmekle kalmaz, aynı zamanda bu kararı el üstünde tutar. Anateizm, teistler ve ateistlerin konuşabileceği Tanrı’nın sorgulanması için bir alan acar ve bizi eski yorumları gözden geçirmeye ve yenilerini yeniden tasarlamaya davet eder.
---
Anateizm’in terketme ve dönüşü şöyle de açıklanabilir: geçmiş bir kalıntı, gerçekleşmemiş bir potansiyel veya daha tam olarak gerçekleştirilecek vaadi taşıyan kutsal şeylerin eleştirel ve yorumbilgisel bir geri dönüşü. Bu şekilde, anateizm, basit bir ‘‘sonradan-düşünce’’ veya ‘‘sonradan duygulanım’’dan daha fazlası olan ‘‘iman sonrası’’ olarak anlaşılabilir; ama eskatolojik olarak inanç sonrası—aslında başlangıçtan beri zaten orada olan sonunda nihai bir şey. İşte bu yüzden “ana”nın sonrası aynı zamanda bir ‘‘önce’’dir - bir önceki, tabiri caizse, ikinci bir sonraya dönüştürülmüştür. Anateizim sadece dini çöküşün ardından ortaya çıkan bir şey değil, aynı zamanda bizi en başa, teizm ile ateizm arasındaki bölünmeden önceki bir zamana geri getiren bir şeydir.
Bu bağlamda, Kierkegaard'ın “tekrar”ı ileriye dönük bir yeniden yaşamak olarak okumasını düşünmeliyiz. İlkinin ikinci olarak, öncekinin daha sonra olarak bu tekrarıyla Kierkegaard için inanç, “orijinal bir konuma gerileme” değil, “radikal öteki”ye karşı açıklığın kökensel bir eğilimi olarak (kendisinin “sıçrayış” dediği şey olarak) geri alması anlamına geliyordu. İbrahim’in bir hediye olarak geri alabilmesi için, oğlunu bir hediye olarak kaybetmesi gerekir; İshak’ı söz olarak geri almak için mülk olarak terk etmesi gerekir. İshak (uzantı, edinim, yansıtma olarak) İbrahim’in değil, bir başkasınındır, bir “öteki”dir. Anateizm geriye doğru değil ileriye doğru tekrar etme meselesi, kaybettikten sonra bir şeyi ikinci kez geri alma meselesidir. Bu, kronolojik (lineer) zamanın ötesine geçer - yani, geçmişten günümüze doğrusal bir tarzda birbirini izleyen farklı anların kavramı – ve kairolojik (döngüsel) zamanda bulunur: sonsuzluğun bir epifanik anında.
---
Anateizmin üç temel unsuru vardır: itiraz etmek, ilham (prophecy) ve kutsallık. Anateizm, “itiraz etmek ve ilham” ile, “günlük aydınlanmalara (epiphanies) kutsal bir dönüşü” birleştirmeye çalışır. Bunun yanında dışarıya doğru olan yolculuğu, “burada ve şimdi olan kutsalda kısa süreli bir ikamet” ile dengelemeye çalışır. Çünkü “Yaradan, yaratıklar aracılığıyla aranmalıdır”. Anateizm kutsal geri dönüş için teizm ve ateizm arasındaki ikiliğin ötesinde “ilahi olanın garip işaretlerine karşı bizi uyanık tutan” bir ‘‘negatif kapasite’’ye ihtiyacımız olduğunu söyler.
Anateist An, Şüphe, Yabancı, Konukseverlik
Anateist an, tam olarak kim olduğumuzdan veya nereye gittiğimizden artık emin olmadığımızda; derin yönelim bozukluğu, şüphe veya korku anlarında bulunur. Böyle anlar bizi gecenin bir yarısında, can sıkıntısının ya da melankolinin boşluğunda, kaybın ya da depresyonun acısı içinde ziyaret edebilir. Ya da sadece tuhaf olana radikal açıklığın “kutsal güvensizliği” içinde. Anateizm, inananlara olduğu kadar inanmayanlara da tanıdık gelir. Hiçbir insan mutlaklardan kesinlikle emin olamaz. Bu yüzden anateizm için şüphe çok önemlidir. Dostoyevski'nin dediği gibi gerçek inanç, “şüphe potasından fırlar.”
Anateizm inanç ve inançsızlık arasında seçim yapmakta özgür olduğumuz o alanın yeniden açılmasına işaret ediyor. Bu haliyle, anateizm, elde edilen inanç seçeneğiyle ilgilidir. Anateizm, teizm ve ateizm arasındaki bölünmeden “hem önce ve hem sonra” çalışır ve her ikisini de mümkün kılar. Kısacası, anateizm, dinin birincil sahnesi olarak adlandırılabilecek şeyi yeniden ziyaret etmeye bir davettir: “Tanrı demeyi seçtiğimiz veya seçmediğimiz radikal bir Yabancı ile karşılaşma.”
---
İnsan, başkalarıyla diyaloğa açık değilse, kendi geleneğindeki konukseverlik (hospitality) Tanrısını nasıl keşfedebilir? Anateizm, kutsal saydığımız ama asla tam olarak kavrayamadığımız veya kanıtlayamadığımız şeyleri aramanın ve seslendirmenin başka bir yolunun başka bir adıdır. Garip Tanrıları görmezden gelirsek, Tanrı’nın Yabancı olarak temel deneyimini ihmal etmiş oluruz. Zaten insan ancak Tanrı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğini kabul ederse, sıradan varoluşun bedeninde kutsallığın varlığını yeniden kazanmaya başlayabilir. Böyle bir kutsallık aslında her zaman oradadır—sadece onu görmedik, dokunmadık ya da duymadık. Evet, hayal gücümüz ve başkalarıyla diyaloğumuz yoksa, gelen Yabancı’ya gözlerimizi ve kulaklarımızı açamayız. Anateist konukseverlik, Tanrı’nın her zaman benim müttefikim ve Yabancı’nın da hasım olduğu dost ve düşman arasındaki gnostik ayrımlara karşı çıkar.
Yabancıya olan sevgi, mutlak hakkında hiçbir zaman mutlak bilgiye sahip olmadığımızı bilerek, “bilgi arayışında olan bir inanç” biçimidir. Ev sahibinin misafire olan sevgisi her zaman bilgiden önce gelir ve onu aşar. Kişi ancak kendini egosunu olarak unutarak radikal bir şekilde gelen Yabancı’ya ev sahipliği yapabilir. Bununla birlikte, sonlu kişiler için konukseverlik de sonludur. Yalnızca Tanrı tüm varlıkları ayrım gözetmeksizin, koşulsuz olarak, neden olmadan sevebilir. Koşulsuz konukseverlik ilahidir, insani değil. Bu, sınırlarımızı kabul ederken ilahi olanı taklit etmeye çalışmamamız gerektiği anlamına gelmez.
---
Yeni bir şeyin ortaya çıkması yalnızca “başkalık yoluyla ortaya çıkan yakınlığın şokuyla” mümkündür. Dolaşıyla anateizmin tam merkezinde, Tanrı’dan sonra Tanrı’ya dönüş olarak, yani kişinin yabancı inançları geçerek kendi inancının unutulmuş gerçeklerini yeniden keşfetmesi vardır. Buna göre, Levinas, à-dieu (Tanrı’yla beraber) olmadan önce contre-dieu (Tanrı’ya karşı) olmamız gerektiği sonucuna varır: gelmekte olan bir Tanrı’ya dönerken eski Tanrı'dan ayrılmak ve “kökten yabancı” (radically alien) olana "evimizi" yeniden açmak…
Derrida, (mesihi) bir “radikal alıcılık” anına dikkatimizi çekiyor: kişinin miras aldığı tüm kesinlikleri, varsayımları ve beklentileri (dini dahil olmak üzere) terk ettiği bir an; “gelen öteki”nin radikal sürprizine ve şokuna kendini açmak için. Çünkü Tanrı'yı bir mülk olarak görmekten vazgeçmedikçe, “Öteki” ile radikal bir yabancı olarak karşılaşamayız. Ölüm Tanrı’sı diyebileceğimiz eski Tanrı’nın hissedilen yokluğu, yeni bir arzuya yol açar: (yaşamı getiren ilahi konuk olan) Öteki Tanrı’nın dönüşü için bir boşluk duygusuna. Bu bakımdan, dini sonu gelmeyen bir bekleme olarak anlayabiliriz: ne tür ilahi (veya ilahi olmayan) bir “Öteki”nin gelebileceğine dair bir bekleme.
Üç Örnek
Bir yabancıya konukseverlik (hospitality) veya düşmanlık (hostility) seçimi bakımından üç örneği göz önüne alabiliriz. Birincisi İbrahim ve karısı Sara’nın çölde onlara ulaşan üç yabancıya evlerini açmaları ve ardından onların kısır olan Sara’ya bebek müjdesi getirmesi. İkincisi odada yalnız başına kitap okuyan Meryem’in yabancı bir melek tarafından ziyaret edilmesi. Üçüncüsü Hira mağarasında Muhammed’in Cebrail tarafından ilk ziyareti.
---
“İlahi Yabancı” korku ve titreme içinde ilk olarak İbrahim ve Nasıralı Meryem tarafından deneyimlendiyse, Muhammed tarafından da öyle deneyimlendi. Karşılaşma, belirtildiği gibi, acı verici ve şaşırtıcıydı. Muhammed, “Ruhumun benden koparıldığını düşünmeden bir kez bile vahiy almadım” diye itiraf ediyordu.
Peygamber'in şu kutsal öğretisinin çok önemli olduğunu görüyoruz: ‘‘İslam bir yabancı olarak başladı ve bir yabancı olacak. Ne mutlu yabancılara.’’ Bu ünlü hadiste kullanılan Arapça terim, kabile bağlarının ve tespitlerinin ötesinde ‘‘yabancı’’ (outsider) anlamında “garib”dir. Daha sonraki geleneklerde, özellikle de en yüksek övgü olarak kabul edilen ezoterik ve mistik geleneklerde birçok şekilde kullanılmıştır. İslami metinler boyunca benzer konukseverlik ilkelerinin tekrar tekrar alıntılandığını görüyoruz: “Kendiniz için istediğinizi başkaları için de istemedikçe hiçbiriniz gerçekten inanmış olamaz” (“Altın Kural”).
---
İbni Rüşd, kaçınılmaz yorum çatışmaları meydana geldiğinde, meselenin filozoflara havale edilmesi gerektiğini savundu. Çünkü onlar sadece karmaşık, çoklu anlamların rasyonel olarak açıklığa kavuşturulmasına – yani “derinlik yorumu”na – en uyumlu olmakla kalmadılar, aynı zamanda vahyedilmiş kutsal metinlerde açıklananla aynı “hakikat” ufkuna da yöneldiler. Bu anlamda, bir İbn Rüşd'un İslam inancı çerçevesinde “anateist” bahsin önemini kabul ettiğini söyleyebiliriz. İbni Rüşd felsefi soruşturmanın eleştirel mesafesi olmadan vahyin otoriterliğe düşme riskini taşıdığını çok iyi biliyordu.
Hafız şöyle diyordu: “Tanrı sizi bir partiye davet etse ve ‘Bu gece balo salonundaki herkes benim özel misafirim olacak’ derse, geldiğinizde onlara nasıl davranırdınız?” Başka bir deyişle, eğer hepimiz Tanrı’nın bu dünyadaki misafirleriysek, nasıl olur? Birbirimize karşı nasıl davranmalı mıyız ve ev sahibimizin kim olduğunu nasıl bilebiliriz? Hafız'a göre Tanrı, bize ‘‘misafir’’ kılığında gelerek bize konukseverliği öğretir, bizleri onu bir sevgili gibi misafir etmeye davet eder. Hafız şöyle de diyor: “İyilik yapan ve salih amel eden, yeryüzündeki bütün varlıkları kendi benliği gibi gören insan, Olumsuz Varlığa kavuşur, Gerçek Tanrı her zaman onunladır.”
Üç İbrahimi din de, ilahi yabancıya (divine stranger) verilen insan tepkilerinde temel bir müphemliğe işaret eder. Yabancıyı tehdit eden bir düşman olarak öldürebilir veya ilk korkunun üstesinden gelebilir ve hoş geldin ile yanıt verebilirsiniz.
Anateizm, Poetika ve Hermeneutik
Anateizm için hermeneutik (temel amaç eylemin arkasındaki anlamı ortaya çıkarmak) çok önemlidir. “Başlangıçta Söz vardı; yani başlangıçta hermeneutik vardı.” Poetika, hermenotiği mümkün kılar. İmanın peygamberlere ihtiyacı varsa, şairlere de ihtiyacı vardır.
Hermeneutik bize kitapların en kutsalının yorum çalışmaları olduğunu hatırlatır—okurlar için olduğu kadar yazarlar için de. Musa yazılı tabletleri parçaladı; İsa hiçbir zaman tek bir kelime yazmadı; Muhammed uzun bir tereddütten sonra konuştu, ama yazmayı başkalarına bıraktı. Tanrılar ve peygamberler konuşursa, yapabileceğimiz en iyi şey dinlemektir; sonra konuşup yazmak; her zaman olaydan sonra, analojik ve anagojik bir şekilde; zaten konuşulan ve her zaman tekrar konuşulması gereken kelimelere dönerek. Hermeneutik başından beri oradaydı ve sonuna kadar da orada olacak.
---
Benjamin ve Bergdahl'in belirttiği gibi, çevirinin gerçek görevi, yabancının çifte çağrısını kabul etmektir: çevir beni / çevirme beni! Çünkü buradaki zorluk, elimizden geldiğince anlamlı hale getirirken, “anlaşılmaz, gizemli ve şiirsel” anlam fazlalığına saygı göstermektir. Kısacası, çevirmen için en büyük cezbedicilik—siyasette olduğu kadar poetikada da—muhafazakar olmaktır: misafir dilin yabancılığı tarafından dönüştürülmesine izin vermeden ev sahibinin dilde başkanlık etmesi.
Dinin tüm “hakikat iddialarını” parantez içine aldıktan sonra dramanın dünyasına girmiş olur ve ardından bu hakikat iddialarına geri dönme ve onları yeniden değerlendirme seçeneğine sahip oluruz. Ancak poetika ile müphem seküler-kutsal alanı yorumlamakta özgür buluyoruz kendimizi. Bu şekilde inanç (bir verilen, bir varsayılan, bir bilinen değil) bir seçim, bir yorum meselesi haline geliyor. Poetika, hermenotiği mümkün kılıyor. Poetika, ilk inanç ve inançsızlığın ‘‘isteyerek askıya alınmasını’’ davet etmekle beraber, ikinci inanç sıçramasını ne içeriyor ne de hariç tutuyor. Aslında, mümkünlerin özgür bir varyasyonuna şiirsel bir salıverme olmaksızın, Tanrı'nın ötesinde bir Tanrı'ya dönüşün neredeyse imkansız olduğunu söyleyebiliriz.
Anateizm ve edebiyat örnekleri
James Joyce, Virginia Woolf ve Marcel Proust'u “kutsal olanı yeniden tasavvur eden” üç modernist yazar olarak ele alabiliriz. Mesela Joyce, "Tanrı Nedir?" sorusuna “sokakta bir çığlık” olarak yanıt verir. Bu yazarlarda kutsal dil oyunu kutsal bir deneyim alanı açmıştır: metinsel bir epifani dünyası. Bu yazarlar gerçekten başka bir dünya olduğuna, ama onun bu dünyanın içinde olduğuna inanıyorlar diyebiliriz.
Üç romancımız pekâlâ agnostik, mürted veya ateist olabilir, ancak bu, “şeylerin tekil olarak mistik bir tasavvuruna” takıntılı olmadıklarını göstermez. Hatta paradoksal bir anlamda, onlar birçok resmi dinin ulaşamayacağı bir içgörüye ulaşmış olabilirler. Zaten dinler tarihine baktığımızda mistiklik ile ateizm arasında derin benzerlikle görmek mümkündür. Bu üç yazarın da sekülerin kalbinde özel bir kutsallığa şahit olduklarını söyleyebiliriz.
Francis’e göre Tanrı evreni yukarıdan yönlendirmez, onun temelini oluşturur ve onun içinde “kendini uzatır.” Panenteizm’e benzeyen bu görüş, Tanrı'yı dünyaya geri getirmenin, ölü bir Tanrı'nın külleri arasında yaşayan bir Tanrı'yı yeniden keşfetmenin bir yoludur.
Anateizm ve Yahudi Toplama Kampları
Modern çağımızda teizme en büyük hayır, Nietzsche'nin 1882'de “Tanrı’nın ölümünü felsefi olarak açıklaması” değil, 1940'larda Avrupa'daki toplama kamplarında “Tanrı’nın dünyadan fiilen ortadan kaybolması”ydı. Elie Wiesel, Auschwitz'de “Tanrı”nın cellat ipinde olduğunu ünlü olarak ilan ettiğinde, geleneksel teizmin—yanı, her şeye gücü yeten bir Tanrı inancının—ölüm canını çalmıştı. Buradaki “Tanrı,” göksel Kudretin Omni-Tanrı'sıydı. Bu yaşanılanlardan sonra Tanrı'nın hem iyiyi hem de kötüyü düzenlediği fikri artık hoş görülemezdi. “Masum bir bebek diri diri yanarken, her şeye gücü yeten bir Tanrı hakkında ne söyleyebilirsiniz? Hiçbir şey değil.” Sonuç olarak, Auschwitz yüzünden inancını kaybedenlere saygı duyulmalıdır. Ölüm kamplarından sonra hâlâ güvenilir olan tek Mesih, gelmek isteyen, ancak insanlar kutsal yabancıyı varlığa davet etmedikleri için gelemeyen kişi olacaktır.
Genç Yahudi yazar Etty Hilleşum, günlüğüne Holokost cehenneminin ağzından şunları yazdığında bunu fark etti: ‘‘Siz [Tanrı] bize yardım edemezsiniz, ama biz size yardım etmeliyiz ve içimizdeki meskeninizi sonuna kadar savunmalıyız.’’ Etty’nin Tanrısı, ona direnme, devam etme, ölüm karşısında yaşamaya cesaret etme gücünü veren güçsüzlük Tanrısıydı. Böylece Etty, gidecek başka yeri olmayan ilahi konuğa ev sahibi olarak kendini sundu; kendini bir sığınak olarak yabancıya açtı: o anda kapıyı çalan ve cevap verene kadar giremeyen yabancıya. Greenberg, ‘‘hiçbir kalp, kırık bir kalp kadar bütün değildir’’ şeklindeki ünlü Hasıdık dizeye atıfta bulunarak, ‘‘hiçbir inanç, kırık bir inanç kadar bütün değildir’’ demiştir.
Arendt, ‘‘Teolojinin, felsefenin, metafiziğin bir sona ulaştığını gözlemlediğimizde gerçekten ne demek istediğimizi düşünmek akıllıca olabilir’’ diyor. “Tanrı ölmedi—bu konuda ancak Tanrı’nın varlığı konusunda bildiğimiz kadar az şey bilebiliriz. Ama şunu biliyoruz, Tanrı'nın binlerce yıldır düşünülme şekli artık inandırıcı değil; eğer bir şey öldüyse, o yalnızca geleneksel Tanrı düşüncesi olabilir” diye ekliyor.
Anateizm, İnançlar ve Dinler
Ricoeur, dinleri, “her zaman inançla üstesinden gelinmesi gereken ve ceza korkusu ve korunma arzusu üzerine kurulu ilkel bir yaşam yapısı” olarak tanımlar. Ricoeur, suçlama ve gerçeklerden kaçışın ötesinde bir inancın ise mümkün olduğu söyler.
Dinlerin güçlü ateist eleştirilerin ortaya koyduğu “öldürücü potansiyeli”ni kabul etmezseniz, çölden gelen yabancıyı onu dışlamaya ya da unutulmaya mahkum etmektense kucaklamayı nasıl umabilirsiniz? Bu bakımdan militan olmayan ateizmi bir a-teizm olarak, yani yararlı bir yabancılaşma anı, Tanrı'yla mücadele eden Tanrı'dan bir ayrılma olarak anlıyabiliriz. Böyle bir ateizm Tanrı'nın ötesinde bir Tanrı'ya dönüş olasılığına izin verebilir.
---
Anateizm için dinlerin farklı olması önemlidir. Dinler farklı değil de aynı olsaydı, öğrenecek bir yabancı, evine hoş geldin diyen bir yabancı olmazdı. Gerçek diyalog (farklılığın bir karşılaması olarak) imkansız olurdu. Anateizm (hem kutsal hem de dünyevi olarak) dünyada dinsel kalbin en eski çığlıklarını yeniden yorumlayabilen ruhsal bir akustiğin olasılığını söyler. Ancak, böylesine radikal bir ilgiye kendini açmak için, eski egemenlik ve teodise Tanrısını terk etmelisiniz. Bu Hakim Tanrı ölmeli ki, bir konukseverlik Tanrısı doğabilsin. "Bir idolün ölmesi gerekir ki bir varlığın simgesi konuşmaya başlayabilsin."
Dinler arası veya dinler ötesi (interreligious) Tanrı, postdogmatik bir Tanrı olarak tanımlanabilir. Bu nedenle anateizm, dinin teistik sapkınlıklarının katı bir ateist eleştirisini takdir eder. Bunu, gerçekten kutsal olana dönüşten önce, “sıhhatli bir yabancılaşma” şeklinde görür. Tanrı bir vaattır, bir çağrıdır, sevme ve sevilme arzusudur ki, biz Tanrı'nın Tanrı olmasına izin vermedikçe hiçbir şekilde olamaz. Bu minvalde, Etty Hillesum, ölümünden kısa bir süre önce Yahudi toplama kampında “Ey Tanrı, sen biz kalbimizde sizin için bir mesken yaratmadıkça Tanrı olamazsın” diye yazmıştı.
---
Anateizm, ne antiteizmdir ne de antiateizmdir. Anateizm, teizm ve ateizm siyam ikizlerine değer verir ve aralarındaki verimli gerilimi kutlar. Şüphe ve inanç, geri çekilme ve rıza arasındaki canlandırıcı salınım, her bahisten önce ve sonra gelen bir açıklıktır. Yabancının çağrısı önünde insan özgürlüğünün garantisidir. İnanma ya da inanmama seçimi, anateist bahsi (wager) için vazgeçilmezdir. Ve bu defalarca yapılan bir seçimdir, asla bir kereye mahsus değildir.
Kişi kendini içsel olarak her şeyden, tüm mevcut temsillerden, tüm sloganlardan, her türlü konfordan kurtarmalıdır. Kişi her şeyi, tüm standartları ve tüm geleneksel kesinlikleri bırakma cesaretine sahip olmalıdır. Kişi dev bir adım atmaya cüret etmelidir… o zaman hayat, en derin acıların ortasında bile sonsuz bir şekilde tasacaktır.
---
Dogmatik teizmin paternalist bir fetişe ilksel bağlılık fikrini beslediğini ve ateist eleştirinin tasfiyelerinin haklılığını kabul eden anateizm, bununla birlikte “yaklaşan bir Tanrı” (bizi tüm çoksesliliği içinde yaşam şölenine davet eden advena olan Tanrı) fikrini öne sürer. Anateizm, aydınlanma çağının din eleştirilerinin samimiyetini takdir eder ve Max Weber'in modernitenin “büyüsünün bozulması” (Entzauberung) teşhisini kabul eder. Bütün bu “hayır”lara evet der, ama arkasından bir şey varsa onun ne olduğunu da sorar.
İnsanların “sessiz ve eksik olan” bir Tanrı’ya bağlandığı bir çağda yazıyoruz. Ama Psalm’da denilmiyor mu: “Daha ne kadar susacaksın Ya Rab?” “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” diye haykıran çarmıhta İsa değil mi? O zaman bu Tanrı’nın eksikliği çağında ‘‘Tanrı öldü’’ ilanı ateizmin muzaffer bir tezi değildir, çünkü ‘‘Tanrı öldü’’ kelimesinin ‘‘Tanrı yoktur’’ kelimesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Aslında “Tanrı öldü” kelimesine mistiklerin ‘‘anlayış gecesi’’ dediği şeyin modern kültür ifadesi olarak bakabiliriz.
Anateizm, “yaratıkları üzerinde hüküm süren ve ceza ve övgüler yağdıran muzaffer Tanrı”ya yapılan aydınlanma çağı eleştirilerini kucaklar. Nietzsche, Freud ve dinsiz inancın savaş sonrası savunucuları tarafından gerçekleştirilen dinin mitlerden arındırılmasıyla uyumludur. Bununla birlikte, fenomenolojik çağın ruhunu—miras olarak alınan varsayımları geçici olarak askıya alarak—pozitivist değerden arınmış bir bölgeye girmeyi değil, dünyanın ortasındaki kutsal “şeylerin kendilerine” daha sadık bir şekilde katılmayı onaylar. Fenomenologların bize hatırlattığı gibi, askıya alma parantezlerinin dışında bıraktıklarımızı, döndükten sonra yüz kat daha fazla geri kazanabiliriz.
---
Garip Tanrılarla karşılaştığımızda, kendi Tanrımızın (genellikle gelenekte donmuş) gizli yönlerini keşfetmeye davet ediliriz; bu tür gizli kökenlerin kurtarılması bizi garip Tanrılara daha da açar. Kapıları kesinlikle kapatılabilecek bir eve tam asimilasyona direnen o indirgenemez muamma “çevrilemez çekirdek” olarak kalır. Bu temel farklılık, dinleri uzlaştırmayı hem gerekli hem de yetersiz kılan şeydir. Her zaman söylenecek ve anlaşılacak bir şey daha vardır, asla bilinemeyecek tükenmez bir kalıntı. Ve yabancının (en azından kısmen) bizim için her zaman yabancı kalmasına izin veren—birçok dinin Tanrı dediği—bu ‘‘daha fazlası’’dır.
Her inancın açılış sahnesinde Yabancı'ya karşı benzersiz bir konukseverlik kazanma çabası vardır. Böylece kendimizi diğer geleneklerin Tanrılarına maruz bırakırken, kendimizin ölme riskini alırız. Ve Tanrımızı başkalarıyla -bazen hangisinin doğru olduğunu bilmeden- değiş tokuş ettiğimiz bu tür kenotik konukseverlik anlarında, kendimizi kendi Tanrımızı tekrar geri almanın zarif olasılığına açarız; ama bu sefer diğerinden bir hediye olarak, ölümün ötesinde bir yaşam Tanrısı olarak. Anateizm’de kendi Tanrımızı yabancı bir Tanrı'ya teslim ettiğimizde hiçbir Tanrı bir daha geri gelmeyebilir. Ya da geri dönen Tanrı şaşırtıcı şekillerde geri gelebilir.
Anateizm ve Ateizm
Freud ve Nietzsche yeni bir tür ateizm geliştirdiler: yani, dinin gizlenmiş korku ve ihtiyaç semptomlarının kültürel bir temsili olduğu iddiası. Bu şekilde dinin illüzyonlarına yönelik eleştirel bir “şüphe tefsiri” geliştirdiler. Bu anlamda ateizm, din illüzyonlarının kendi kendilerini yok etmelerini ve kendilerini gerçekte oldukları şeyi, yani bir hiç olduklarını göstermelerini sağladı. Ve böylece, Dünyanın İmparatoru olarak anlaşılan onteolojinin her şeye gücü yeten Tanrısı ölür. Aynı şekilde, “güçlü olanı iyiye, yasayı sevgiye ve alçakgönüllüğe” tercih eden “kendi kendine yeterli bilginin” Tanrısı da ölür.
Ama ateizm sadece bir olumsuzlama olarak kalır ve aktif olmaktan çok reaktif olma riskini taşır. Suçlama suçlaması, gerekli olmakla birlikte, yaşamın yeniden onaylanmasına, yani seküler evrenimizdeki çoğu şeyin aslında, zaten ve her zaman, özünde kutsal olduğunun kabulüne geri dönmeyebilir. Buna karşı anateizm ateizmden sonra inanç imkanı (üzerine basarak, bir imkan, bir gereklilik değil) sunuyor. Anateizm, Freud ve Nietzsche'nin ardından din sonrası bir teizme dönüşe izin verir.
---
Pozitivisit ve natüralist bakış açısına göre din, ilkel geçmişin bir kalıntısı, laik akıl çağında ortadan kalkacağı kesin olan bir kurumsallaşmış batıl inanç biçimi olarak kabul edilir. Bu görüşe göre: “Bir zamanlar dünya, düşünce, uygulama ve kurumsal biçimde kutsal olanla dolmuştu. Reform ve Rönesans'tan sonra, modernleşme güçleri dünyayı sardı ve doğal bir tarihsel süreç olan sekülerleşme, kutsalın egemenliğini gevşetti. Zamanı gelince kutsal olan, belki de özel alan dışında tamamen ortadan kalkacaktır.” Halbuki, anateizme göre sekülerleşme, prensipte, burada ve şimdi dünyasında kutsalın varlığını kabul etmekte hiçbir zorluk çekmez. Dolayısıyla, anateizm’e göre laiklik ve kutsallığın düşman olması gerekmez.
Anateizm, Dawkins'le eylemlerimizi kontrol eden ve belirleyen evrenin dünya-üstü bir “denetçisi” olarak Tanrı fikrinin özet olarak çürütülmesi gerektiği konusunda hemfikirdir. Burada çürütülen dini görüşlere hayır der. Ama şunu da kabul edelim ki Dawkins, Dennett ve Hitchens zamanlarının çoğunu, inancın karmaşıklığını kabul etmeden inananların hastalıklarını ifşa ederek geçiyorlar; gerçek inancın hiçbir zaman kesin olarak ifade etmediğini, her zaman bir bilmeme bulutu aracılığıyla ifade ettiklerini takdir etmiyorlar. Virüs gibi biyolojik bir terimin ayrım gözetmeksizin tüm teistleri tanımlamak için kullanılması, büyük bir samimiyetsizdir; özellikle de teist yerine siyah, Yahudi veya göçmen konulduğunda bunun kulağa nasıl gelebileceğini düşünürseniz.
---
Antiteistler için Kutsal Yazıları, dünyayı bilimsel bir inceleme tarzında açıklıyormuş gibi yapan tek bir kesintisiz “kitap” olarak görmeleri, asıl noktayı gözden kaçırmak olur. Kutsal Kitap, çoğu ruhani metin gibi, bazı kaçınılmaz olarak ilkel önyargılar ve hataların yanı sıra masallar, tarihler, vakayınameler, polemikler, mektuplar ve ahlaki öğretilerden oluşan bir derlemedir.
Hermenotiğin başından beri anladığı şey budur. Çünkü yorumlanmayan kelime yoktur. Tevrat'ın her satırının ön anlamı olduğunu öğreten Talmudcular tarafından iyi bilinen bir şey ve bu görüş İbn Rüşd ve Augustine gibi diğer yetenekli hermenütlar tarafından paylaşılan bir görüş. Hitchens gibi militan ateistler, inananları “seçmek”le (picking and choosing) suçladıklarında aslında onları sorumlu inananlar olmakla suçlamış oluyorlar. İnanç bununla ilgilidir: bir seçim yapmak, bir bahse girmek, aşk ve nefret, adalet ve adaletsizlik konusunda en iyi kararı vermek için rakip yorumlar arasında ayrım yapmak. Anateist inanç, Ignatius'tan ödünç alırsak, konukseverlik ve düşmanlığın “ruhlar arasında ayrım yapmak” ile ilgilidir.
Miras alınan şartlanmalarımız, gerçek bir bilmeme lehine döküldüğünde, yeniden inanca dönebiliriz. Çünkü inanç, mutlaklar hakkında kesinlikle hiçbir şey bilmediğinizi bilmek anlamına gelir. Bu nedenle, gecenin içinden bize gelen yabancıları selamladığımız gibi kutsal Yazıları dikkatle okumalıyız. Böylece akıllıca ayırt edebiliriz. Anateizm, dinin dünyayı bilimsel olarak açıklamaya çalışmak gibi “kategori hatası” yaptığı her yerde (örneğin yaratılışçılık) güçlü din eleştirilerini memnuniyetle karşılar. Tarih ve hikaye arasında bir fark vardır ve kutsal metinleri doğrulanabilir veya yanlışlanabilir “olguların” kayıtlarıymış gibi okumak onları yanlış okumaktır. Teist köktenciler, ateist köktenciler kadar bu hatadan suçludur. Çünkü her ikisi de hakikat iddialarının yorumbilgisel karmaşıklığını reddeder.
Anateizm ve teist-ateist tartışmaları
Wittgenstein'ın dediği gibi, bilimsel akıl ve dini inanç ayrı dil oyunları olabilir, ancak bu, birbirlerine saygılı bir duruşma yapamayacakları veya “makul” bir ortak zemini hedefleyemeyecekleri anlamına gelmez. Örneğin, hem bilimin hem de inancın savunucuları, bu dünyada hoşgörüye, adalete ve sevgiye yol açan her şeyin övgüye değer olduğu konusunda hemfikir olmak için konuk ve ev sahibi dilleri arasında tercüme yapmaya muktedir değiller mi? Bu yüce amacı paylaşmıyorlar mı?
Mutlak bir bilim ideolojisine olan hararetli inançlarıyla, antiteistler bazen mutlak din ideolojisine eşit derecede hararetli bir inanca sahip olmaktadırlar. Ancak gerçek bilim, gerçek inançtan daha fazla mutlak bilgi iddiasında bulunmaz. Bir saman adamın diğerini tanıması gerekir. Sapı ortadan kaldırmak, bilim ve inancın karşı konulması gerekmeyen canlı süreçler olduğunu anlamamıza yardımcı olur.
---
Anateizm, teist-ateist tartışmasına makul hermenotik mülahazalar getirmeye çalışır. Din adına işlenen birçok dehşeti gerektiği gibi kabul ediyor, ama anateizm burada bitmiyor. Otantik inanç, umut ve sevgi tarafından yönlendirilen dinin, sapkınlıklarının toplamından çok daha fazlası olduğunu düşünmeye devam ediyor. Dolayısıyla, ateist eleştiri yoluyla hermenotik yoldan sonra anateizm, dini yeniden yorumlamak için bir fırsat sunuyor.
Dinin dinden sonra kurtarılması için birçok kaynağa sahibiz. Ve kurtarma kelimesinin altını çizelim; çünkü bu, yeni bir şey icat etme meselesi değil, dinsel yabancılaşma ve istismardan önce zaten her zaman var olanı yeniden keşfetme meselesidir. Bu anlamda, Ricoeur ve Bonhoeffer'in ‘‘dinsiz inancı’’, güç, kefaret ve kaçış yanılsamalarından arındırılmış bir inanç olarak anlaşılmalıdır. Ve bu haliyle, ritüellerin, ayinlerin veya geleneklerin terk edilmesi anlamına gelmesi gerekmez. Bunların hepsinin, anateist dönüşte yeniden yorumlanabileceğini iddia edebiliriz. Her biri, ‘‘garip ve değerli’’ bir şekilde ikinci kez hayata geçirilebilir.
Anateizmin ortak normlardan fazlalığı
Eğer din üçüncü binyılda bir şey ifade edecekse, bu bir dizi ortak normdan daha fazlasını ifade etmelidir. Bu tür normlar gereklidir ancak yeterli değildir. Dinin ortak bir “özünü” veya “evrensel yapısını” ararken, her inançta en tuhaf ve farklı olanı ihmal etmek aptallık olur. Konukseverlik, herkes için ortak olan bir şeyi kabul etmek kadar birbirinin ötekiliğine de saygı duymak anlamına gelir. Çünkü, birincisi olmadan, davet edilecek bir misafir ve kabul edilecek bir ev sahibi olmazdı. Başka bir deyişle, büyük dinlerin örtüşen ahlaki unsurlarını tek bir bağdaştırıcıya damıtmak yeterli değildir. Her bilgelik geleneğinin bu ortak etik vizyona ulaşmak için izlediği çok farklı yolları kabul etmek de çok önemlidir. Derin dinsel ve kültürel çeşitliliğin bu takdiri olmadan dinler arasında gerçek bir konukseverlik duygusu olamaz. Çünkü başkalığın tanınması olmadan yabancının deneyimi olamaz ve dolayısıyla kendimiz olmayana açılma olamaz.
Her inanç, Mutlak'ın kendi versiyonunu diğerlerine şiddetle empoze etmeye yönelik içsel cazibeden kendini arındırmaya hazır olmalıdır. Çünkü ancak o zaman, Söz'ün kendisine ait olmayan inançlarda çoklu alımlarını kabul edebilir. Ve eğer biri konukseverlik, yani başkalarını dinleme yolunu izlemeyi seçerse, kendi inancında henüz yeterince keşfedilmemiş bir şeyi diğer inançta keşfetme olasılığına açık olmalıdır. Örneğin, İncil'e inananlar, Budizm'de, İbrahimî dinlerde hala uykuda olan veya gelişmemiş olan ‘‘tüm canlı varlıklar’’ için koşulsuz bir şefkat duygusunu pekâlâ keşfedebilirler. Tıpkı Budistlerin İncil dininde tarihte bir adalet krallığının gerçekleşmesine veya ilahi arzunun özgürleştirici gücüne daha fazla dikkat gösterebilecekleri gibi.
---
Anateizm, evrensel ilkelere doğru hareketi tamamlayan başka bir adım olduğunu öne sürüyor. Bu adım, her bir manevi geleneğin özgüllüklerine radikal bir inişi içerir - her dinin kökünde, aşan bir Söze sessiz, dilsiz bir açıklığı arayan (birliğe yükselişe ek olarak) farklılığa iniş. Bu nedenle, anateist bahse göre, benzersiz bir inanç inancına ait olan derinlerde, münhasırlığın şiddetine cömert bir dikkatle karşı koymak için alçakgönüllülük ortaya çıkmalıdır. Çünkü tüm dinlerin sınırlı dilimizin ötesinde bir Söz'e özel bir itaat akustiği içerdiği doğruysa, bu, yalnızca dinimizin mutlak olanı mutlak bir şekilde ele geçirdiği iddiası kadar, Ötekiliği dinleme konusunda mütevazi bir yeteneğe yol açabilir.
Anateizm, dinlerin kendi benzersiz sırlarını başkalarına karşılıklı olarak maruz bırakarak en iyi şekilde kurtarabileceklerini öne sürer. Öyleyse, tek bir küresel din veya ahlak adına kendi inançlarımızdan çok hızlı bir şekilde vazgeçmek yerine, bizi farklı kılan şeyin ne olduğunu kabul etmek akıllıca olmaz mı? Çünkü birbirimizde başkalığın varlığını bu şekilde kabul etmekle, tüm farklı inançlarımızı aşan bir anlam fazlasını karşılıklı olarak doğrulayabiliriz. ‘‘Birbirinden Başka’’ olan bir fazlalık. Her yabancıdan daha garip. Bu ‘‘daha fazlası’’, insanın imkansızı yapmasını, koşullu düşünce ve davranış kalıplarından kopmasını sağlayan şeydir. “Benden kendine giden en kısa yolun ötekinden geçtiğine dair hermeneutik özdeyiş.”
Kısacası, anateizm, küresel normların manevi bir Esperanto'sunu zamanından önce onaylamak yerine, karmaşıklığı, çeşitliliği ve belirsizliği kucaklamanın zorlu yolunu önerir. Anateizm için evrensele ancak tekil diğerleri aracılığıyla ulaşılabilir—yani birbirleri için başka olan diğerleri.
---
Tüm büyük etik öğretiler bir dizi kuralı paylaşır—öldürmeyin, doğruyu söyleyin, adil olun, zayıflara göz kulak olun. Dinlerin, insan adaletine ilişkin dünya tüzüklerinde yazılı olduğu gibi, bu tür ortak ilkelere, anateist bir şekilde geri alındıklarında ekleyebilecekleri şey, bizim sonlu insan varlığımızdan başka bir şeyin derin bir mistik takdiridir: Bazı Ötekileri yabancı olarak kabul edebiliriz; korku ve travmanın doğal tepkisi. Hukuki, ahlaki ve siyasi barışın vazgeçilmez hükümlerinin ötesinde, barış masasına fazladan bir unsur getirebilecek derin manevi kaynaklar vardır—yabancının sürprizi, lütufkar inanç, umut ve caritas (yardım ve sevgi).
Anateizm ve hümanizm
Neden yabancının ilahi bir öteki olması gereklidir? Neden sadece insan olamıyor? Anateizm neden komşunuza iyi davranmaktan daha fazlasıdır—ateistlerin kesinlikle teistler veya anateistler kadar iyi yaptığı bir şey? Tanrı’nın bununla ne ilgisi var? Anateizm hümanizmin üzerine ne söyleyebilir? Bunlar çok güzel sorular.
Anateizm yabancıda insandan ‘‘daha fazla’’ bir şey tanımanın, diğerinde—en azından kısmen—karşımdaki kişinin sonlu mevcudiyetini aşan bir aşkınlık boyutunu kabul etmenin bir yoludur. Ama burada, insanlığı azaltmak bir yana, onu büyüten içkinliğin içinde ve aracılığıyla bir aşkınlıktan bahsetmekteyiz. İlâhî yabancı, insanın insanlığını artırmıyor, onu daha iyi şeylere, yani daha adil, sevgi dolu ve yaratıcı bir var oluş biçimine davet etmiyorsa, o zaman ilahi isme zaten layık değildir. Sonuç olarak soru şudur: Ötekideki Öteki daha bol yaşam getiriyor mu, getirmiyor mu? Karşımızdaki insanda göründüğünden daha yüksek ve daha derin bir şeye tepki vererek, sahip olabileceğimizden daha fazla umuda, hayırseverliğe ve meraka sahip olmaya davet ediyor mu, etmiyor mu?
Birincil doğum (Sarah ve Mary'nin “imkansız” bir çocuğun ortaya çıkmasına evet demesi) ve ikinci doğum (Yakup, İsa ve Muhammed'in yeni yaşam çağrısına evet demesi) sahnelerini düşünelim. Burada imkansızı mümkün kılan olgular vardır. Ancak imkansızı mümkün kılan olaylar hiçbir şekilde kutsal Yazılar ile sınırlı değildir. Her türlü günlük seviyede ortaya çıkabilirler. Örneğin, “kendi başlarına” yapamayacaklarını kabul ederek bağımlılıklarından vazgeçen bağımlıları ve alkolikleri düşünün. Bağımlılık destek gruplarındaki pek çok kişi için iyileşme, yalnızca kişinin bağımlılıklarının insan iradesinin ötesinde “kontrol edilemez” olduğunu ve ancak “daha yüksek bir güce” teslim olarak (her nasıl anlaşılırsa anlaşılsın) üstesinden gelinebileceğini kabul ettiğinde gerçekleşir. Kişinin insanı kapasitelerinin ötesindeki bu “yüksek güç”, aşkınlığın başka bir adıdır. Thomas Merton'un Adsız Alkolikler'i (alcoholics anonymous) yirminci yüzyılın en önemli ruhsal hareketlerinden biri olarak tanımlamasının da belki bu nedenledir.
Anateizm, Pratik Hayat, Sekülerlik
Kutsal yabancıyı seküler evrene kabul etmek ne anlama gelir? Kutsal hayal gücünden kutsal bir barış ve adalet pratiğine geçmenin pratik sonuçları nelerdir? Ya da başka bir deyişle, bu çağda anateistler şu soruya nasıl cevap veriyorlar: ne yapılmalı?
Pek çok geleneksel teist için şaşırtıcı olacak olsa bile, sekülerleşme ‘‘otantik dini deneyimin kurucu özelliği’’dir. Bu bakımdan Copernicus, Freud, and Nietzsche kutsalın bir düşmanı değil, “sevginin yükünü yüklenenler” olarak görülebilir.
Bütün bu çağdaş düşünürler, kendi farklı yollarıyla, “fedakarlığın ötesinde bir kutsallığın seçeneğine” anateist bir katkıda bulunurlar. Ve ilginçtir ki, kenosis anlayışı, kaçınılmaz olarak yoksullar ve ezilenler için bir seçeneğe yol açar. Sanki Tanrı’nın bir "hiç ve hiç kimse" (ta me onta) olarak tanınması, sevgi dolu bir isyan hareketi içinde bu dünyanın hiçbir şeyleri ve hiç kimseleri ile özdeşleşmemizi sağlar.
---
Anateizme göre her ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken, siyasete hükmetmek için dini kullanmanın yıkıcı cazibesidir. Pentagon’un en güçlülerinden biri olan Korgeneral Bodkin’i hatırlayalım. Bu Korgeneral Amerika’nın Hıristiyan Tanrısının Müslüman düşmanın Tanrısı üzerindeki metafizik üstünlüğünü alenen ileri sürecek kadar ileri gitti: “Benim Tanrım’ın onunkinden daha büyük olduğunu biliyorum. Benim Tanrım gerçek bir Tanrı ve onlarınki bir put.” Gerisi sessizlikti—bombalar düşene kadar.
Peki, öldüren bir inanç ile hayat veren bir inanç arasında nasıl seçim yapılır? Korku Tanrısı ile konukseverlik Tanrısı arasında mı? Yapılması gereken, teokrasi ve teodise tuzaklarından kaçınarak teofaniden pratiğe geçebileceğimiz şekilde “kutsal ve din dışı arasındaki ilişkiyi” yeniden tasavvur etmektir.
---
Sekülerleşme ve kutsal, birbirinin düşmanı değil dostudurlar. Sekülerleşme, kutsalın yaşam yadsımasını önleyebilirken, yalnızca kutsallaştırma seküler olanın banal olmasını engelleyebilir.
Seküler olanı orijinal anlamında—yani dikkatimizi belirli bir zamana yönlendiren “çağ” anlamında—yorumladığımızda, dini “kutsallığa sadakatle özgürleştirerek” kendisinden kurtarabiliriz. Seküler ve kutsal özdeş değildir. Seküler olan sonlu zamanın insan düzenini içerirken, kutsal olan (eğer davet edersek) içinde yaşayabileceğimiz bir sonsuzluk, başkalık ve aşkınlık düzenini ifade eder. Anateizm, ikisi arasındaki verimli gerilimi kabul etme, “birlikte hissetmeyi” ve “sevgi dolu mücadeleyi” kabul etme girişimidir. Dolayısıyla seküler benlik ve kutsal yabancı arasındaki verimli gerilim ve (kaynaşmayan) kesişime anateizm diyebiliriz. Bu şekilde anateizm, indirgemeci hümanizm (aşırı özerklik) ve dogmatik köktencilik (aşırı heteronomi, dini kuralcilik) ikiz tehlikelerden kaçmayı umar. Böyle bir inancı şöyle tanımlayabiliriz: zirveye arada bakarak, takip ettiğimiz yola dikkat ederek ve yolda tökezlememeye çalışarak bir senfoni deneyimi.
Sekülerlik, dikkatimizi eski ölüm ve korku Tanrısından uzaklaştırır ve bizi geçici varoluşumuzun kalbindeki yaşam Tanrısına yeniden yönlendirir. Bu görüş, her zaman ait olduğu yere laik ve kutsal arasındaki kısa çizgiyi yeniden eklemek anlamına geliyor. Seküler-kutsalın bu şekilde yeniden yapılandırılması, anateizmin sloganıdır.
---
Soroush’a göre İslam'ın kalbinde “ezilmişlerin Rabbi’ni” bulabiliriz. Bu Tanrı görüşüne göre demokratik sosyo-ekonomik gelişme beklentisi ve ifade özgürlüğü şiddetle kucaklanmalıdır. “Siyah ve beyaz” halklara gelen ve yerlilerle yabancıların eşit olduğunu öne süren Tanrı'nın ışığında, demokratik özgürleşme “yalnızca manevi amaçların peşinde koşmak için değil, aynı zamanda zorlanmamış bir halkın teşvik edilmesi için de faydalı”dır. Yine Soroush’a göre bir “demokratik bir dini toplum” olmalı ve bu ancak dini dogmatizmden ve demokrasiyi ahlaki kayıtsızlıktan ayırmakla mümkün. Soroush, yasal korumaların etik şefkat ve spritüel vaatlerle desteklenmesi gerektiğini savunuyor. Soroush’e göre inançların çeşitliliği “yadsınamaz ruhların çeşitliliğinin” bir sembolüdür ve “İnanç, inançsızlıktan yüz kat daha çeşitli ve renklidir. Dolayısıyla sekülerliğin çoğulculuğu onu demokrasiye uygun kılıyorsa, inançlı bir topluluk ona bin kat daha uygundur.” Bu açıdan bakacak olursak demokrasinin seküler kazanımlarının, Tanrı’yı yabancıların koruyucusu ve herkes için eşitliğin garantörü olarak gören belirli bir İslami inanç geleneği ile bağdaşdığını öne sürebiliriz.
Modern demokratik tartışma alanında Tanrı kavramını (Egemen olarak Tanrı’dan Yabancı olarak Tanrı’ya) mutlaklıktan uzaklaştırmak mümkünse, ne İslam’da ne de Batı kültüründe seküler ve kutsalı yeniden yapılandıran bir anateistik görüşün ortaya çıkmaması için hiçbir neden yoktur. Başka bir deyişle, anateist İslam, prensipte, anateist Yahudilik veya Hıristiyanlıktan daha az tasavvur edilemez. Anateizm, tüm İbrahimi inançların ayrılmaz bir seçeneğidir. Çünkü ilahi olanın yabancının yüzündeki tecellisi ile başlar ve biter.
---
Anateizmin merkezinde, kişinin kendi inancına yabancı kalanlarla sohbet etme özgürlüğü vardır. (Ve bu, hem diğer dinlerin üyelerini hem de hiçbiri olmayan ateistleri içerir.) “Diğerleri”ne yönelik bu kapsayıcı konukseverlik sorusu, küresel iletişim yoluyla dünyada ne kadar başka insan olduğunun giderek daha fazla farkına vardığımız bir çağda özellikle önemlidir. Gezegenin farklı manevi gelenekleri arasındaki değiş tokuş edilebilirlik, dinler arası diyaloğun temel noktalarından birini yakalar: yani, tüm dinlerin mezhep farklılıkları karşısında ortak olması. Ancak, yabancıya karşı anateist konukseverlik, yalnızca diğerini kendimizle aynı olarak tanımak değildir (bu, herhangi bir küresel barış etiği için çok önemli olsa da). Aynı zamanda, ötekini kendimizden farklı, kökten tuhaf ve tanıdık ufkumuza indirgenemez olarak tanımayı da gerektirir. Anateizmin gerçek meydan okuması burada yatmaktadır. Ev sahibinin kendisini misafire teşhir etmesi.
Burada konukseverlik, eşitlik ve aynılık arasında ayrım yapmamız gerekir. Burada, dinlerin bazı önemli açılardan (Altın Kural gibi) aynı olabileceklerini ve diğerlerinde farklı kalabileceklerini kabul etmeliyiz. Anateist bahse göre, ötekinin başkalığına maruz kaldıktan sonra, kendimizi bilmeme bulutunda askıya alarak, başkalarının kutsal olduğunu ve bu kutsallığı ruhsal olarak yaşamanın çeşitli yollarına sahip olduğunu görmeye başlarız. Anateist ek budur: Ortaklığın olduğu kadar farklılığın da kabulü. Bu nedenle, tüm dini ve din dışı farklılıkların üzerinde yeni bir küresel etik arayışına ek olarak, bu tekilliğin Altın Kuralların evrenselliği kadar ilahi olabileceğini takdir ederek, her inancın tekil benzersizliğini eşit olarak kabul etmek gerekir.
---
Anateizmin üç yayı—ikonoklastik, ilham ve kutsallık—kutsalın dünyada olduğunu ama dünyadan olmadığını ileri sürer. Kutsal, seküler olanda ikamet ederken, onunla özdeş değildir. Aynı değiller, ancak anateizm için benliğin yabancıya ihtiyacı olduğu gibi birbirlerine ihtiyaçları var. Kutsal yabancı benlikle özdeş olsaydı, ne kutsal ne de tuhaf olurdu. Yabancı kutsaldır, çünkü her zaman başka bir şeyi, daha fazlasını, benliğin kavrayabileceğinden veya kapsayabileceğinden başka bir şeyi cisimleştirir. Bu tür düşünceler, her dinin şu ya da bu zamanda sırtında taşıdığı sahte putların hoş bir yapıbozumuna işaret eder.
Aşırı laiklik, Egemen Tanrı'ya özel odaklanmasıyla Yabancı olarak Tanrı’yı görmezden gelme eğilimindedir. Bu anlamda, militan aşırılıklara götürülen seküler ateizm, olumsuzlamaya sabitlenme riski taşır. Seküler dışlayıcılık, kutsalın hakkını tam olarak vermez. İnsan-ilahi ilişkilerin derin ve ince karmaşıklığıyla ilgilenmez. Bu yüzden, yalancı ve aldatıcı putların maskesini düşüren ilk ikonoklazm anının, ikinci bir anateist an ile, kehanet anıyla desteklenmesi gerektiğini öne sürmeliyiz. Bu ikinci an, sembollerin hala gelecek olan yeni şeylerden bahsetmesini sağlar.
Anateizmin kutsal anı, nihayet kutsal ve seküler arasındaki kısa çizgiyi yeniden kurduğumuz andır. Aynı zamanda metinden eyleme, eleştirel yorum alanından gündelik praksis ve dönüşüm dünyasına döndüğümüz andır. Sözden ete bu nihai geçiş, susamış bir yabancıya bir bardak soğuk su verdiğinde her gün tanık olunuyor. Çünkü bu gibi durumlarda, bir kişinin Tanrı’ya yabancı olarak inancı, teoriler ya da fikirler meselesi değil, etten yapılan kelimenin canlı tanıklarıdır.
Anateizm ve Felsefe
Bir filozof, inancı ancak hayal edebilir. Bunu gerçekleştirmek din sonrası inananların işidir. Filozof, ölen tanrıların yasını tutmakla yeni bir dönüşün işaretlerini uyandırmak arasında “ara bir zaman” işgal eder. Ricoeur'a göre, filozof İncil'deki kerigmanın (peygamberler ve ilkel Hıristiyan cemaati) yeniden yaratılmasını sağlayacak olumlu bir hermenotiği beklerken “vaat edilen topraklara” giremez. Filozofun sorumluluğu “düşünmek”, yani “ateizm yoluyla din ile inanç arasında bir anlaşmayı mümkün kılan sorgulama düzeyini keşfedene kadar mevcut çatışkı yüzeyinin arttırmaktır”. Anateizm ise, hakimiyet dairesinin ötesindeki bir şeyi dinleyerek ve alarak, inananlar için bir zemin hazırlayabilir.
Filozofun sonsuz yeni başlangıçları keşfetmesi ile uygulayıcının Tanrı’nın sözüne dönüşü ilan etmesi arasında her zaman belirli bir “boşluk” kalacaktır. Ancak bu boşluğa rağmen, kendi kökenlerine ulaşan bir teoloji ile ateizmin din eleştirisini kucaklayan bir felsefe arasında belirli bir “uyum” ortaya çıkabilir. Anateizm, bu yazışmaya yanıt verme girişimi olarak tanımlanabilir.
Sonuç
Anateizmde birey, etik ve şiirsel varoluşu için “Alfa Tanrı” yanılsamasını terk ettikten sonra kutsalın anlamını iddia eder ve ona odaklanır. Burada Yabancı üzerine yapılan bahis—sonlu başkalarında enkarne olan sonsuz Öteki olarak—Pascal’daki gibi bir hesaplama veya olasılık mantıkla değil, iyiliğin fenomenolojik bir tanıklığına dayanan bir bahiştir.
Anateizm ana bahsi (wager) şudur: iyiyi arttırma. Nasıl? “Dünyanın aşağılık ve hor görülenlerini, hiçbir değeri olmayanları” seçerek, yabancıya benden “fazla” olduğu için bir bardak soğuk su vermeyi seçerek. Yabancı, diğer bildiğim, kavrayabildiğim, kontrol edebildiğim ve sahip olabileceğim her şeyden farklıdır; çünkü yabancı, hümanizm ve naturalizmin sınırlarını aşan ve bir armağan ve lütuf alanını özgürleştiren bir aşkınlık ve nihailik boyutuna işaret eder. Bu bağlamda, anateizmin bir isimden çok bir sıfat (veya zarf) olarak hizmet ettiği söylenebilir.
Anateizm teizmin ateizmle özgürce diyalog kurduğu orta alanı işaret eder. Bu üçüncü alan, hemen eklemeliyiz ki, dogmatizmi riske atan statik bir konum değildir. İnanç ve inançsızlık arasında hiçbir zaman tam olarak durmayan bir bahistir. (İsa bile, çarmıhtaki son anında “Tanrım, Tanrım; neden beni terk ettin?” diyerek terk ile rıza arasında bahse girdi). Bu tür anateist anların büyük dinlerin açılış sahneleriyle sınırlı olmadığını, potansiyel olarak günlük hayatımızın herhangi bir anında meydana geldiğini hatırlamak önemlidir.
---
Bazı ateistler, anateizmden ne elde edebileceklerini merak ediyorlarsa, en azından, yalnızca seküler bir söylemde kolayca bulunmayan geleneklerden zengin bir dilbilgisi, kelime dağarcığı ve radikal konukseverlik tahayyülü elde etme olanaklarını bulabileceklerini düşünebilirler. Kişinin zihnini açık tutmanın yararından bahsetmeye gerek bile yok.
Anateizm bir inanç meselesinden daha fazlasıdır. İnanca ek olarak, anateizm bir umut, aşk ve merak meselesidir. Umarım yabancı beklediğimizden daha fazladır umudu… Yabancının sonsuz bir başkası olarak sevgisi… Ve tüm bunların tuhaflığına hayret...
Anateizm dünyanın kutsal hale geldiğini izlerken yabancıya özen göstererek dünyamızı dönüştürmenin etik eylemidir.
-İsa Hafalır